30 Aralık 2015 Çarşamba

İSTANBUL'DA KIŞ ...



Kışı sevmeyenlerin en büyük bahanesidir soğuklar. "Bu soğukta dışarıda ne yapacağız" , "Ne işimiz var" gibi üşengeç cümlelerle eve kapanırlar ve ellerindeki cevherin farkını hissetmekten vazgeçerler.

Gezmek için yazın gelmesini beklemek ya da gelmeyen yazın acısını hunharca abur-cuburdan çıkararak kilo bahaneleri ile daha mutsuz olmaya yelken açarlar...

Halbuki o yelkenleri büyülü cadde İstiklal'e doğru yönlendirseler...

Kat kat giyinip, boğaza sarılan atkının sıcaklığını hissetseler.

Kalabalığın içinde ısınsalar...

Çok mu soğuk? Beyoğlu'nda çokça olan kahvelerden birine girip sıcacık bir çay yudumlasalar.

Ya da çok meşhur bir muhallebicide kışın göz bebeği sahlep içseler...

Hem bazen soğukta yürümek sağlıktır. Mesela Sultanahmet'e gitseler. Hipodrom'da soğuğu unutup, tarihi koklayarak adım atmanın zaferini hissetseler.

Belki Ayasofya'nın hüznüne eşlik ederler. Ya da heybetine kapılıp gözleri ışıldar.

Acıktılar mı? Doğru köfteciye...

İster dışarıda yarım ekmek, ister sıcak ortamda porsiyon. Ardından mis gibi irmik helvası...

E alınan bu enerjilerle Süleymaniye'ye çıkmamak olmaz. 15 dakikanızı alan normal bir yürüyüş hızıyla eşsiz İstanbul manzarasına kavuşursunuz. 

Akşam ışıklarına doğru;

"İki denizin kucağında, iki karanın elleri üstünde zarafetle parlayan İstanbul"'u seyredersiniz (İskender Pala - Katre-i Matem'den alıntıdır).

Yüzünüze keskin soğuk vururken, hafif damlalar eşliğinde...

Gün bittiğinde yaşadığınız bu şehre delicesine aşık olarak evinize döner ve tekrarı için soğukların hiç bitmemesini beklersiniz...

Elinizdeki cevherin değeriyle sarhoş...

Ederiyle zengin olursunuz...

İbrahim Akgün

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder